BANA ÖYLE BİR FİKİR SÖYLEYİNİZ Kİ, İnsana ait hiç bir DUYGU ile bağlantılı olmasın. Böyle bir fikir bulamazsanız, yukarıdaki sözü bir daha sorgulayınız.
Şunu kastediyorum, hangi fikir olursa olsun, eninde sonunda insan beyninin ortaya koyduğu bir DUYGUYA veya bir DUYGU ÇEŞİDİNE bağlanır. Bir başka deyişle bir fikir, bir duygu çeşidi ile nihayetlenir. Çünkü o fikri anlamlandıran, fikrin bizatihi kendisi değildir. O fikrin beynimizde yarattığı duygudur. Çünkü o fikre bakarak seviniriz, üzülürüz, kırılırız, öfkeleniriz, kızarız, nefret ederiz, şaşkına döneriz, kıskanırız. Bizler genelde, fikirlerimizin/düşüncelerimizin çatıştığını düşünürüz. Hâlbuki, çatışan o fikir değil bağlantılı olduğu duygudur. Çünkü çatışma, duygu temellidir. Siz, farklı fikri olan bir kişiyle, kızmadan, öfkelenmeden, hırslanmadan veya bu duygu durumlarının en alt mertebesinden olacak şekilde (o duyguyu daha az hissederek) bile olsa çatışmadığınız bir zamanınızı hatırlıyor musunuz? Farklı fikirde olduğunuz bir kişinin söylediği bir fikrin, öyle değil de böyle olduğuna dair yapacağınız her hamle, her yeni fikir sunumu, kendi varlığınızı ispatlama çabasıdır; kendi doğru bildiğinizi aktarma girişimidir. Bunun da nedeni, kendi fikirlerimizi, karşı tarafa aktararak, bizim ile hemfikir olmasını istemekle aslında kendi güvenliğimizi sağlamaya çalışırız. Amaç, bizimle benzer düşüncede olan kişiler içinde kendimizi güvende hissetme güdüsüdür. Aksi halde, çevremize baktığımızda, birbirimize fikirlerimizi kabul ettirme çabamızın başkaca bir anlamını bulamayız. (İkna etmeye neden ihtiyaç duyarız yazısı bu düşünceye destek verecektir.) Evet, bizde, bu anlamda bir davranışı, bu motivasyonu sağlayan duygularımızdır.
Şu şekilde ifade etmeye
çalışalım. Gözlerimizin hizasında, beynimizin ön tarafının biraz gerilerinde
bizim motivasyonumuzu sağlayan bir kısım, “nucleus accumbens” vardır. Bu kısım,
yeterince çalışmadığında ve dopamin (motivasyon kimyasalı) ile zenginleşmediği
müddetçe, içimizden bir şeyler yapmak gelmez. Anlıyoruz ki, bizi harekete
geçiren önemli merkezlerden biridir. Nucleus accumbens; her iki beyin yarı
küresinde birer tane olmak üzere iki adet bulunur. Bu kısımla ilgili daha fazla
bilgiyi Beynimiz ve Biz - 8 (Nucleus Accumbens / Ödül Merkezimiz 1-2’ de bulabilirsiniz.)
Diğer taraftan, beynimizin tabanında ve her iki yarıkürede “amigdala” olarak
isimlendirilen iki kısım bulunur. Bu kısımlar, bizi tehlikelerden korur. Biz,
daha tehlikede olup olmadığımızı anlayana kadar bu kısım, bizi çoktan uyararak
tehlikeden kaçmamızı sağlar. Diğer taraftan, şakağımıza denk gelen beyin
bölgesinin biraz derinlerinde “insula” olarak isimlendirilen bir yer vardır. Bu
kısım, bizim elimiz bir yere sıkıştığında “acı” duyduğumuz, keza âşık
olduğumuzdaki acı hissini yaratan, tiksinmemizi, bizi üzen olaylardan
kaçınmamızı sağlayan yerlerden biri de burasıdır. Beynimizin her iki yarı
küresinde birer tane olmak üzere iki adet insula bulunur. Peki, bir kişi bizim
hasmımız olduğunda, bunun karar yeri neresidir derseniz, amigdala ve insula
böyle durumlarda devreye girerler ve karşımızdakine dair duyduğumuz hasmane hissiyatı
yaratırlar. Ancak, önemli olan şu ki, burada saydığımız beyin bölümleri, BİLİNCİMİZİN
DIŞINDA ÇALIŞIRLAR ve bilincimizi yönetirler. Daha da açık söylersek, bu kısımların
aldığı kararlar, bilincimizi yani bizi yönetir. Bilincimizle, bu kısımları
yönetmek o kadar da kolay değildir. Onun içindir ki, bir kişiye öfkelendiğimiz
zaman, bilincimizle dahi olsa, bu kısımların faaliyetlerini kolay kolay
bastıramayız. Ve yine onun içindir ki, bir kişi ile tartışmaya girdiğimizde, kendimizi haklı da görsek, haksız da görsek tartışmadan genellikle kaçmayız, sen haklısın diye bitirmeyiz; tartışmalardan mağlup çıkmayı istemeyiz. TVlerdeki tartışma programlarına bakarak, "Yenilen güreşçi, güreşe doymazmış" sözü, anlatmak istediğimizi biraz daha iyi anlatacaktır. Birilerine bir şey izah etmek istediğimizde, karşı tarafın,
dediğimizi anlamadığı ve bundan dolayı öfkelenmeye başladığımız, bu duyguyu
bize hissettiren Amigdala ve insuladır. İşin ilginç tarafı, karşı tarafa
duyduğumuz o kızgınlık, aslında “kendimize” duyduğumuz kızgınlıktır. Çünkü
beynimiz (yani insan) var olmak ve varlığını devam ettirmek üzere
kurgulandığından, sorunun/problemin, kendisinde değil, karşısındakinde olduğuna
inandıracak şekilde mekanize edilmiştir. Bunlara, psikolojide “savunma
mekanizmaları” dendiğini biliyoruz. Bir kişiye kendimizi anlatamıyorsak, artık
bu kişi, bizim için bir hasımdır. Bunun nedeni, iletişim kurulamayan bir
ortamda, karşıdaki kişinin davranışlarının, benim için bir tehdit olup
olmadığına dair “belirsizliktir”. Belirsizlik ise, beynimiz için bir tehdittir.
Bu durumda, amigdala, insula ve benzer görevdeki diğer yerler, yeni fikir ve
düşünceler üretsin diye ve karşı tarafı, sizin fikrinizi kabul edilebilir hale
getirmek için düşünen beyni devreye sokar. Diğer bir ifadeyle, düşünen beynimize
talimat verirler. Amaç, karşı tarafın bilgilerinin “doğru olmadığı” bizimkinin
doğru olduğunu gösterme çabasıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, gerek
amigdala gerekse insula bizim düşünen beynimizin değil, “limbik sistem” denilen
duygusal beynimizin parçalarıdır. Şu halde diyebiliriz ki, karşı tarafa
fikirlerimizle kendimizi ispatlama/anlatma çabasının temeli/başlangıcı her hâlükârda
duygularımızdır. İşte onun içindir ki, farklı bir fikri olan kişiyle karşılaşıp
da, onun fikrinin bizimkine uymaması sonucunda karşımızdaki için az veya çok hasmane hissiyatımızın nedeni olarak duygusal beynimiz (limbik sistem)
devreye girer. Diğer bir ifade ile hasmane duyguyu yaratan, fikirler değil duygularımızdır. Hatta farklı
bir fikri olan kişiye sakin sakin ve sabırla bir şeyleri anlatma gayreti içinde
olduğunuzu düşünseniz, “sabır” diye adlandırdığımız bu hal, yine bir duygu
çeşididir. Eğer sakin sakin, karşı tarafın fikrini dinliyor ve onun öyle
olmadığını uygun ve nazik “üslubunuzla” anlatıyor dahi olsanız, sizi buna iten,
yetişme şeklinize ve kalıtımınıza bağlı olarak yönlendiren yine, duygusal
beynimizin bir parçası olan ANTEIOR SINGULAT KORTEKSTİR. Burası bizim, basit
anlamda ahlak, vicdan denen hissiyatı şekillendiren kısımdır. (Beynimiz ve Biz-1 Tren İkilemi ve Ahlak isimli yazıyı okuyabilirsiniz). Bunun da anlamı; ahlak/vicdan
ilgili olup da duygularımızla bağlantılı olmayan bir olay/konunun mevcut olmadığıdır.
Sonuç olarak, karşı tarafı incitmeden, fikrimizi “üslup” denen bir bakış açısı ile
aktarmak bile duygu içeriklidir. Üslup, karşı tarafın duygularını, sizi anlayacak moda getirmek için empati mekanizmanızı kullanarak regüle etmek
demektir. “Nazik” olmak bile duygu temellidir. (Empati mekanizmasının kökeni de
duygudur. İlgilenenler, “ayna nöronlar/mirror neurons” kavramlarına
bakabilirler).
Özetle, hangi fikir olursa olsun,
onu anlamlandıran duygularımızdır. Çünkü, gerek evrimsel nedenle gerek anne
karnındaki beyin gelişimine baktığımızda bunu görürüz. Daha açık söylemek
gerekirse, o fikirleri düşünen, prefrontal korteks kendi başına bir bölüm
değildir. Düşünen beynimiz (prefrontal korteks), duygusal beynimizin sinir
uzantılarından meydana gelmiştir. Bunun anlamı, hangi fikir olursa olsun,
mantıksal değerlendirmeler de dâhil, fikirlerin üretildiği yer olan prefrontal
korteks, çıktılarını (fikirleri) nihai değerlendirme için duygusal beynimize
(limbik sistem) gönderecek ve bu fikirler duygularımız tarafından
değerlendirilecek demektir.
Peki, bu niye böyle diye
sorabilirsiniz. Karşı tarafın fikirleri ile bizim fikirlerimizin uyuşmadığını
bize gösteren yer alnımızın hemen arkasında bulunan beyin bölümümüz olan prefrontal
korteksimiz yani düşünen beynimizdir. İşte, fikirler daha düşünen beynimizde iken
ve karşı tarafın fikirlerine uymadığı zaman, karşı tarafla “çatışma” halimiz bu
kısımda iken başlamaz. Bir başka deyişle, düşünen beyin (prefrontal korteks)
sizin fikrinizle, karşı tarafın fikri arasında bir uyuşmazlık/çelişki gördüğü
zaman, bu fikre karşı çıkıp çıkmama (çatışma) işine karışmaz; ya ne yapar?
Uyuşmayan fikirlere ait sinyali (fikrin tamamını değil) limbik sisteme gönderir
ve görevini tamamlar. Diğer bir deyişle, biz beynimizin bu kısmı (prefrontal
kısmı) ile "çatışmayız" veya karşımızdaki ile aynı fikirde isek
beynimizin yine bu kısmı ile "hem fikir" olmayız. Ne zaman ki,
düşünen beynimizdeki uyuşma veya çelişki/uyuşmama haline ait bilgiler (sinyaller), duygusal beyin (limbik sistem) denilen kısma gelir, işte o zaman bu
sinyaller anlam kazanır. Duygusal beyin, gelen bilgilerin (sinyaller) ne olup (doğru
mu, yanlış mı?) olmadığına (içeriğine) bakmaz, ya ne yapar? Gelen sinyal olumsuzsa
(çelişki sinyali) bu durumda karşı taraf bir “hasım” olarak algılanır ve
kızgınlık/saldırganlık/kırgınlık/öfke/aşağılanma ve benzeri duygulardan birine
bağlanır. (Amigdala, insula). Eğer gelen sinyal, fikirler arasında uyumluluk
sinyali şeklinde ise bu defa motivasyonel eylemler devreye girer (nucleus
accumbens/dopamin vb.) Görülüyor ki, benimle aynı fikirde olmamak demek, benim
için “tehdittir”, benim “benlik algıma bir saldırıdır”. Varsayalım ki, bir
öğretmensiniz ve ders esnasında sizin anlattıklarınızdan farklı bir fikre
sahip olan bir öğrenciye denk gelirseniz, öğrenciye "kızarsınız". Eğer, derseniz ki, "güzel
ama, onun görevi, benim anlattığımı dinlemektir" bu söz dahi "otoriteyi" ve "benlik algınızın" ön plana çıktığını gösterir ki bunlar, temelde duygusal kavramlardır. Bırakınız
öğrencinin sizinle farklı fikirde oluşunu, o öğrencinin “görevinin” sizin söylediklerinizi
dinlemek olduğunu düşünmeniz bile duygu temellidir. Çünkü öğrencinin o görevsel
davranışı, o topluma, otoriteye (öğretmene) uyma davranışı bile ahlak dediğimiz
mekanizma eşliğinde çalışır ve bunların hepsi duygu temellidir. Böyle durumlarda duygusal
beynimizin amigdala, insula ve buna benzer görev yapan yerler devreye girer.
Devreye giren bu kısımlar, prefrontal kısma, yeni fikirler üretip, karşı tarafa
söylemesini ve kişinin kendisini "HAKLI" çıkarma döngüsü içine sokar.
Garip gelecektir ama, HAKLI ÇIKMAK mantıksal değil DUYGUSAL bir süreçtir. Çünkü
haklı çıkmak, benim benlik algımın onaylanması, varlığımın tehdit altında
olmama halidir ve bunlar duygu temellidir. Eğer kişi benimle aynı fikirde ise,
bu defa ben de sevinirim ve nucleus accumbens devreye girer oksitosin ve
dopamin salgılar. Yani duygularımızla ilişkilidir.
Bu kısmı özetlersek şunu diyebiliriz. Karşı tarafın fikirleri önce benim düşünen beynime gelir. Daha sonra düşünen beynim, eskiden kayıtlı olan diğer bilgileri, belleğimden çağırır. Beynimizin ön tarafının bir görevi de, düşünme esnasında, belleğimdeki, yerleşik bilgileri geri çağırmaktır. Belleğimdeki bu bilgiler, benim anılarım, inandıklarım, entelektüel bilgim olabileceği gibi dünya görüşüm de olabilir. (Beynimin ön tarafının belleğimdeki bilgileri geri çağırması konusunda fazla bilgi için Beynimiz ve Biz -22 Konfabulasyon/Masallama makalesine bakılabilir). Gerek karşı tarafın bilgisi gerekse beynimizin ön tarafı ile belleğimden çağrılan eski bilgiler karşılaştırılır. Bilgiler arasında tutarlılık da olsa, çelişki de olsa, sinyali duygusal beynimize gönderir. Gelen sinyalde, karşı tarafın fikri bilgisi ile benim bilgim arasında bir tutarlılık varsa, duygusal beynim, o kişiyle duygudaşlık olacak bir düzeneği çalıştırır. Düşünen beynimden gelen sinyal, çelişkiyi işaret ediyorsa, bu durumda, duygusal beynim karşımdaki kişiyi bir hasım (tehdit) olarak görür. Bu durumda, duygusal beynim, kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke, aşağılanma veya bir strateji güderek empati kurmaya, karşı tarafı anlamaya, sabırlı olmaya, nazik bir üslup kullanma moduna girer. Ancak, süreci bitirmez. Duygusal beyin, karşı taraf ile olan tartışmayı devam ettirebilmek için yeni fikirler üretmek üzere tekrar bizi yani düşünen beynimizi görevlendirir. Ve bu süreç pinpon topu gibi düşünen beyin ile duygusal beyin arasında gider, gelir. Tartışmanın bu anlamda devam etmesinin sebebi, var olan benlik algımızın mağlup olmaması, yapabiliyorsa kazanma (HAKLI OLMA) savaşıdır.
Aslında yazıya (özdeyişe)
baktığımızda eksiklik kendisini göstermektedir. Şu
sorulabilir. İnsanları ayıran faktör (uyaran) olarak fikirleri
gösterebiliyorsak, duyguların birleştirici gücü olarak da fikirleri gösteremez
miyiz? Yani, kalıtımsal etkenler haricinde (içgüdü vb.) duygular kendi başına
buyruk olarak mı (hiç bir neden yokken) "birleştiricilik"
mekanizmasını çalıştırmaktadır?
Şu halde, özdeyişi ;
Olumlu dış uyaran (olumlu fikir,
olumlu davranış vb.)→Birleştirici duygular (Hemfikir/duygudaşlık)
Olumsuz dış uyaran (olumsuz
fikir, olumsuz davranış vb.) → Ayıran duygular (Hasmane duygular)
şeklinde yeniden modelleyebiliriz.
Kaldı ki, bir kişinin kendi
fikirlerinin arasındaki uyumsuzluk, kararsızlık kendisini bir huzursuzluk bir
sıkıntı olarak gösterir. Bu durumun uzun vadeli devam eden hali ise bir iç
çatışmadır ve depresyona giden yolun başlangıcı olup, yine duygu temellidir.
Sonuç olarak, ister aynı fikirde
olalım, ister farklı fikirde, hepsi duygularımızla sonuçlanır. Bir başka
deyişle, bizi birleştiren de duygularımızdır, ayıran da duygularımızdır.
Dolayısıyla, yukarıdaki özdeyişin, bugünkü nörobilim (neuroscience)
bilgilerimize bakarak, tarihsel değerinin dışında, geçersiz olduğunu
söyleyebiliriz.
Yeryüzünde, en küçüğünden en büyüğüne kadar olan kavga ve savaşımlarımızın
nedeni farklı fikirlerimiz değil hasmane duygularımızdır. Yine bizleri bir
araya getiren de benzer fikirlerimiz değil, sevecen duygularımızdır.
Günümüz koşullandırma/eğitim argümanlarıyla
düşünürsek bu yazının içeriği ilk etapta makul görünmeyebilir. Beynimiz, bizleri
çatışmaya götüren ana unsurun fikirlerimiz olduğunu söylese de, çatışmalarımız
duygu tabanlıdır. Çünkü beynimizin yapısı bu şekildedir. Bu düşünceyi şu
şekilde açıklamaya çalışalım. İnsanoğlunun ortaya çıktığı ilk zamanı (Dawkins’e
göre ilk insan hiçbir zaman olmadı) düşünürsek, bu kişiler(!) daha konuşmayı
bile bilmedikleri, birbirleriyle, vücut dili, mimikler ve çıkardıkları sesler
ile anlaşabildikleri, yiyecek paylaşımı vb. nedenlerle ortaya çıkan anlaşma veya
çatışmalarla başlar. Amaçları, çevreye uymak ve hayatta kalmaktır. Dolayısıyla
kendisinin varlığını ortadan kaldıracak her etken bir tehdit, varlığında
yardımcı olacak her etken de bir dost olacaktır. İşte, daha düşünen beynimizin
gelişmediği zamanlarda bizleri hayatta tutan, evrimsel süreçteki içgüdüler ve
duygulardır. Eğer bu modeli bizim de içinde olduğumuz diğer primatlara
yöneltecek olursak, şempanzeler arasındaki itiş kakışları yönlendiren de
onların içgüdüleri ve duygularıdır. Hatta bu anlaşma/uyum, savaş ve barış
hallerinde genlerin bile etkisi vardır. Söz gelimi, primatların bir türü olan
bonobolar, şempanzelere göre daha barışçıldır. Şu halde diyebiliriz ki, düşünen
beyinlerimizin gelişmesi, dış dünyaya ait algılarımızın ve değerlendirmelerimizin
çeşitlenmesi/zenginleşmesi ve gelişen dilimiz aslında duygularımızın uzantısı
olan fikir dediğimiz kavramı ortaya çıkartmıştır. Bu çeşitlilik,
çatışmalarımızın veya birleştirici unsurların nedeninin duygularımız değil, fikirlerimiz
olduğu yönünde bizi koşullandırmış (yönlendirmiş) görünmektedir.
Ve yine varoluşumuzun duygu
temelli olduğunu en güzel gösteren şema Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”
tablosudur. Bu tablonun hiçbir kademesinde “fikir” içerikli bir yaklaşım
bulamazsınız. Tabloda vurgulanan tek şey, bir insanın “var olmasının” ve "varlığının devamı"na ait en temel argümanlar yani gerek
içgüdülerinin gerekse duygularının tatminsellik derecesidir. En temelinden en
tepeye kadar.
Erol
Beyin ölümü konusunda hiç yazmamışsınız. Nedir bu beyin ölümü. Bazılarının dediği gibi organ kullanma bahanesimi. Bence çok kişinin merak ettiği bir soru bu. Var mı bu konuda yazacaklarınız.
YanıtlaSilSayın Adsız, merhabalar,
SilYakın zamanda, yazı serisinin başlıklarından biri elbette ki önerdiğiniz konu olabilir. İlginiz ve öneriniz için teşekkür ederim.