Bir an için, yeryüzünde HİÇ ama HİÇ KİMSENİN yalan söylemediğini düşünelim, ne olurdu? Yalan; etik/ahlak olarak istemediğimiz bir davranış olduğu halde, yeryüzündeki kaç kişinin, hayatında hiç yalan söylemediğini düşünüyorsunuz? (Bu kavramla henüz tanışmamış çocuklar hariç). Eğer hiç kimse yalan söylemiyor olsaydı “kaos” olurdu diye düşünenlerdenseniz, “yalan”; toplumsal olarak bir işe yarıyor olmalı diye de düşünüyor olabilirsiniz? Evet, yalan, BİREYİN, TOPLUMSAL UYMA/İTAAT ETME davranışının bir argümanıdır. “Patolojik” olmadığı müddetçe (Mitomani), birey, kendisini zor duruma karşı korumak ve içinde bulunduğu topluluğun dışlanmayacak bir parçası olmak üzere yalan söyler. Uygun yalanlar, toplumsal regülasyonu da sağlar. Yalan, “bilerek” doğruyu söylememek olduğuna göre (bu tanım yeterli değildir), pembe, beyaz, kırmızı yalan gibi tabirler, söylenenin “yalan” olmadığını değil, söylediğimiz yalanın rasyonalize edilerek (akla uygun hale getirilerek) meşrulaştırmak ve ahlak anlayışımızın bizde yarattığı rahatsızlık boyutundan kurtulma düşüncesidir. (Psikolojik savunma mekanizmaları).
Diğer taraftan yalanlar; ikna, strateji, politika,
propaganda ve benzeri manipülasyon kanalları içine de dahil edilebilir. Tabii
ki yalan kavramı hemen her davranış ve düşüncelerimizde olduğu gibi mutlak
değil duruma ve zamana göre “izafi” bir kavramdır. Söz gelimi, esir düşülen bir
savaşta, gizli bir bilginin, olmadığı gibi söylenmesini yalan olarak
değerlendirmeyiz. (Tabii ki, düşman için yalandır). Keza, o an söylediğimiz bir
yalanı, muhatabımız, farkına varır ve o yalandan dolayı bize tepki gösterirken
(söz gelimi, kızgınlık göstermesi), zamanla, muhatabın algısının değişmesi
nedeniyle, neden sonra farkına vardığı o yalan için tepki göstermeyebilir.
Ayrıca, kalıtımsal bilgiler de dahil olmak üzere, içinde bulunduğumuz kültür ve
coğrafyanın yapısına bağlı olarak da, aynı yalan, farklı bireyleri farklı
olarak etkiler veya etkilemez.
Peki beyinde neler oluyor? Yalan söyleme esnasında
kendimizde bir rahatsızlık hissediyorsak, başka bağlantılı yerlerle beraber,
beynimizin iki yarıküresinin arasında ve birbirine bakışımlı konumdaki, yaya
benzer, şerit biçimli bir tümsek (gyrus) olan ANTERİOR SİNGULAT KORTEKS devreye
girer. Burası, bizim, LİMBİK SİSTEM denilen ve duygularımızın merkezi olan bölgenin
bir parçasıdır. Bu kısım BİLİNCİMİZİN DIŞINDA çalışır. Anterior singulat
korteks, bizim, vicdan da diyebileceğimiz bir kısımdır. Frued’un SÜPER EGO diye
ifade ettiği eylemlerin çıkış noktasını bu kısma atfedebiliriz. Anterior
singulat korteks, yalan söyleme esnasında rahatsız olur. Çünkü burasının görevi
bilincimizin dışında olmak üzere, yerleşik ahlaksal bilgilerimiz ile o an
yaptıklarımız arasındaki “çelişkileri” göstermesi ve bunu bize “rahatsızlık”
olarak farkındalığımıza sunması açısından önemlidir. (Bu blogdaki, TREN İKİLEMİ VE AHLAK kısmından hatırlayacağımız üzere). YALAN SÖYLEME esnasında
ayrıca prefrontal korteks de (alnımızın hemen arkasına gelen beyin kısmı),
olduğundan daha fazla çalışır. Daha fazla enerji tüketir. Çünkü, var olan bir şeyi, söz gelimi, gördüklerimizi anlatırken prefrontal korteks daha az enerji (glikoz ve oksijen) tüketirken, zihnimizden, olmayan bir şeyi kurgulamak, ortaya koymak, düşünen beynin daha fazla enerji tüketmesine neden olur. Onun içindir ki, bir
şeyi okumak nispeten daha kolay iken, okuduklarınızdan yorum yaparak yeni
çıkarsamalar yapmak hatta özet çıkarmak daha zordur.
Buna karşılık, birisinin bize YALAN söylediği durumda bunu,
AYNA NÖRONLAR vasıtasıyla (vücut dili, ses tonu vb.) hissederiz. Buna bağlı
olarak bizde İNSULA ve AMİGDALA devreye girer. İnsula, yalanın tespiti halinde
rahatsızlık hissi yaratır, o kişiden kaçınma davranışı gösterir. Yine Amigdala,
bizim, tehditler karşısında bizi koruyan, DUYGUSAL BEYNİMİZİN bir parçasıdır.
Aynı zamanda, yalana maruz kalan kişide, GÜVEN davranışında önemli bir faktör
olan OKSİTOSİN kimyasalı (nörotransmitter) azalır. Böylece, karşı tarafa
güvenimiz azalır veya yok olur.
O zaman şu soruyu soralım. Hiç yalan söylenmeyen bir dünya mümkün olur muydu? Eğer bu soruya cevap bulduğunuzu düşünüyorsanız, yazının başındaki kaosun da nasıl kaldırılacağını biliyorsunuz demektir. Eğer soruya cevap bulduğunuzu düşünüyorsanız, güzel/yakışıklı olmayan bir arkadaşınız, size sorduğunda, onu güzel/yakışıklı olarak görmediğinizi söylediğinizde onun üzülmeyeceğine; üçüncü defa işe geç kaldığınızda söyleyeceğiniz doğru ile, yöneticinizin sizi azarlamayacağına; bir işi eksik yaptığınızda, bunun sizden kaynaklandığını yöneticinize söyleyebileceğinizi, bu durumda yöneticinizin, aynı işi sizden daha iyi yapan birisini sizin yerinize getirmeyeceğine, dolayısıyla işinizden olmayacağınıza; saygı duyduğunuz birisinin yanında, onun fikrine hiç katılmadığınızı söylediğinizde, onun, sizin davranışınızı saygısızlık olarak görmeyeceğine; tuttuğunuz takım veya partinin bazı düşüncelerine katılmadığınız durumda, düşüncenizi söylediğinizde, yöneticinin sizi dışlamayacağına ve daha binlerce örneğe çözüm getirmişsiniz demektir. Elbette ki, bunu sizin gibi, diğer herkesin yapması da gerekmektedir. Aksi halde kaos, yalanı, sadece sizin söylememenizle ortadan kalkmayacaktır. Diğer bir deyişle "ben görevimi yaptım, doğruyu söyledim" demek kaosu ortadan kaldırmayacaktır. Zaten soru da yalan söylenmeyen bir dünyanın olup olmayacağıdır. Tabii ki işin diğer cephesi de, diğer kişilerin sizler hakkındaki düşüncelerini düşündükleri gibi söylemesi de bu kaosun ortadan kalkması demektir. Sizce yalanın olmadığı bir dünya mümkün mü?
Elbette ki yazının içeriği; yalan mekanizmasının toplumun yanlış veya doğru değerlerini göstermesi/ulaşmasını amaçlamamakta, amaç; yalan mekanizmasının, birey/toplumsal uyum için davranışsal bir SUPAP olarak gösterilmesi olup, bu mekanizmanın, insanın doğasında olduğunu ifade etmektir.
Elbette ki yazının içeriği; yalan mekanizmasının toplumun yanlış veya doğru değerlerini göstermesi/ulaşmasını amaçlamamakta, amaç; yalan mekanizmasının, birey/toplumsal uyum için davranışsal bir SUPAP olarak gösterilmesi olup, bu mekanizmanın, insanın doğasında olduğunu ifade etmektir.
Erol
0 yorum:
Yorum Gönder